
Üretkenliğin tek bir harfinin bile zihnimde yer bulamadığı dönemdeyiz. Bir şeyler yapmam lazım ama ne? Ya da doğru soru önce hangisini? Bir geç kalmışlık hissi, bir yetiştirme çabası, birden fazla yerde olma arzusu ve bir de aylar sonra güneş gören hipopotam gibi bir akarsuyun hafif çamurlu kenarında debelenme uyuşukluğu.
Sanırım bedenim ‘dur’ diyor, belki de zihnim uzun zaman önce söyledi ve dikkate almadım. Şimdi sırada, gerçek belirtiler var. ‘Dur ve kendine bak’ bir hastane randevusu, birkaç kan tahlili ve bir uzman görüşüyle fizyolojik sorunları tespit edebilir, hatta ortadan kaldırmak için aksiyon bile alabiliriz. (Ki sanırım hikayenin bu kısmına bir an önce başlasam güzel olur. BEDEN ELDEN GİDİİ)
Buraya kadar farkındalığında olmak güzel ama hâlâ freepik’te aradığım görseli bulamamın stresi, acil çıkan işler, plansız istekler, kredi kartları ekstresi, faturalar, aidat, kira, taksitler ve alınamayan ödemeler… Haydi bunları da geçelim; sonuçta halledebiliyoruz, hep halloldu yine olur diyelim.
Sürpriz! Saygısızlık.
Kişisel sınırların fütursuzca ihlali, bencillikler, uzun suslar, patavatsızlık ile açık sözlülüğün karıştırılması, ihanetler, arkadan iş çevirmeler, yüzümüze gülüp daha gövdemiz tam olarak dönüşünü bitiremeden değişen şeytani mimikler, samimiyetsizlikler, açgözlülükler, enerji emen minik vampirler ve daha niceleri… Ay, şiştim.

Şimdi, maddi sorunları çözebiliriz diyelim. Bunların yarattığı psikolojik sorunların fizyolojik hasarlarını da çözdük diyelim. Mükemmel denklem, o zaman ortada sorun kalmaması lazım. İnsan faktörünü hesaba katmazsak, kalmaz. Sonuçta her durumdan benimle ilgili’ diyerek sıyrılamıyorsunuz.
Gününüzü mahvetmek için çöpü sırtında gezen insanlara, koyduğunuz sınırları bile isteye sürekli ihlal etme çabasında olanlara, kendi keyfi için sizi yokuşa sürenlere, bitmek bilmeyen arzularını tatmin etmek için sizi maşa edenlere, toplamak için çabalamak zor geliyor diye yakıp yıkanlara baktıkça insanın bir kanı çekiliyor.
Herkesin derdi çoook büyük ama hepsi başkaları yüzünden. Kimse dönüp, ‘acaba ben bunu neden taktım?’ demiyor? Kendimizi eşelemeye, kendimizle yüzleşmeye o kadar korkuyoruz ki ‘somut’ dertler ve elalem çok işimize geliyor. Sonra hep bir ağızdan ‘ekonomi çok kötü, devir çok kötü, insanlar mutsuz’ devri de devranı da mutluluğu kovalayını da biz yaptık ama en güzelini de biz yaptık, şimdi kesin çok kıskanırlar…