Utanç, üzüntü ve öfke.

Hepimiz bu yaşımıza kadar hem bireysel hem de toplumsal onlarca acı olay yaşadık, şahit olduk. Farklı tepkiler verdik. Birleştik, ayrıldık, kendimize döndük, kalabalığa karıştık…

Fakat en çok utandık. Bir ihtimal acıyı azaltma şansımız varken azaltamadığımız için utandık. Kendi adımıza, başkası adına, yaşadığımız yapı adına.

Kendimi komşum gürültü yapıyor diye hayıflanırken bulduğum zaman utanıyorum. Bir gün adım sesini duyamayacağımı unuttuğum için, bir an sonra kimin hayallerinin söneceğini bilmeden öylece yargılandığım için. Belki kendimi, ailemi ve onu kurtabilecek basit bir “Bina Tespiti” yaptırmadığım, yaptırtamadığım için. Belki de “imar affı” dediklerinde “hayır” diye haykırmadığım için. Kendi küçük dünyamdan başka bir dünyanın varlığını ancak tehdit oluştuğunda gördüğüm için utanıyorum.

Olmadan önce değil, olan olduktan sonra çabaladığım her an için utanıyorum. Utanç duygum önce üzüntüye sonra öfkeye dönüşüyor. Unutmadık, diyoruz neyi unutmadık?

İki ay sadece iki ay sürdü sonra hepimiz unuttuk. Yer yer aklımıza geldi, vicdanımızı rahatlatmak için bahaneler bulduk ya da yardım yaptık. Unuttuk. Gerçeğimiz olduğunu unuttuk, kendimizi korumayı,komşumuzu korumayı unuttuk. Evimizi, ailemizi korumak, kurtarmak için ilk zamanlar konuştuklarımız ve yapacaklarımız listesini unuttuk. Küçük dünyanıza geri döndük ve unuttuk. Bu yüzden bugün, yarın ve her konusu açıldığında haberi aldığım gün ulaşmaya çalıştığım ve o açılmayan telefonlar gibi sessizliğe gömülüp utanıyorum.

Bugün olsa yine “en az 30 saat ulaşılamayacak.” umutsuzluğuma utanıyorum. Hepimiz bir şeyleri değiştirmek için bir şeyler söylüyoruz ya bir yılda neyi değiştirdik? Bu sorunun cevabının içimi ferahlatmamasına utanıyorum.

Yorum bırakın