Hepimiz özlüyoruz geçmişimizi, kendimizi, eski günleri, eski arkadaşları, anları. Koşa koşa sarılıyoruz anılara.
Gülümseyerek anıyoruz, gözlerimiz dolarak iç geçiriyoruz. Hepimiz hasretiz bir şekilde düne, dünümüze…

Çokça da insani bence özlemek, anmak, anılmak, özlenmek. Hatta ve hatta özlediğini belli etmek, hatırlatmak, beraber anmak. İncecik bir çizgi bu “özlemek” incecik.
Kendini unuttuğun zaman, boşlukta kaybolurken, ‘dibin dibi var, benim dibime daha var’ derken incecik bir çizgideyiz aslında.
Çatır çatır bağırırken duygular, hunharca dans ederken fikirler beynimizde, kaçmak istemek ve kaçamamak. İşte şimdi inceldiği yerden kopacak ip.

Bastırdığımız duygularımız, kaçtığımız gerçekler, altında ezildiğimizi hissettiğimiz sorunlar ve hata olduğunu hatta ne anlama bile gelmediğini düşünmeden attığımız adımlar. Hepimizin var. Hepimizin bu hatalara bulduğu kulplar da var. Depresyon! Kaçınma, ‘canım istedi’ vb. Düşünmeden, sorgulamadan. Kendimize olan saygımızı zedelediğimizi fark etmeden atılan ah o adımlar.
Her zaman savunduğum ya da avunduğum “Bilmediğini yapamaz insan, gördüğümüz kadarız. Öğrendiğimiz ve öğretildiği kadar” her durumda da işler hani.
Oturup sorgularken kendini, yaşananları düşünüp yargılarken birini, bir nefes aldırır. Biraz sıyırır olaydan sizi. Sonuçta ne gördüysek o’yuz. Hata olduğunu bilmediysek, normalleştirildiyse neden yapmayasın ki?

Neden kendine ve duygularına ihanet etmeyesin ki? Sonuçta sadakat ve ihanet kavramlarını sana nasıl öğrettilerse o kadar. Hele ki bir de debeleniyorsan düşünce okyanusunda, çok doğal boğulmamak için arayışta olmak. Sonuçta kimse öğretmedi bize nasıl çıkılır bu okyanustan, deneye yanıla öğreniyor insan.
Aldığın hasar, harcadığın efor, kendine verdiğin zarar hep senin kendi yolculuğunda öğrendiğin yeni şeyler. Bize kendimizi tanımayı öğretmediler. Kendimiz öğrenmeye çalıştık, çalışıyoruz. Bize duygularımızı bastırmayı gösterdiler, çünkü onlar da öyle gördüler, gördük öğrendik. Sorgulamadık, yara almadan anlamadık.