Bir tuzluk kırıldı. Cam hazneli, öğütücülü bir tuzluk.

Her cam eşya gibi paramparça oldu hazne. Öğütücü başlık bana mısın demedi. Başlık bir yana savruldu, camlar her yana..
Ne var ki işte bir tuzluk kırıldı. O öyle bir tuzluk kırıldı değil işte. Ben mutfakta sağa sola dönenip, paçama dolanan bebeyi ocaktan uzak tutmaya çabalarken bir tuzluk kırıldı, kırıldım.
An, durdu. Tuzlar ve camlar zemine özgürce yayıldı, değirmen başlık aldı başını attı kendini koridora… Bebe korktu, öyle dondum, kırıklarıma dönüp baktım ‘aman allahım paramparçayım.’ İçim dışıma çıkmış, dışım dağılmış. Başlık, değirmen başlık!? Öğütücü? O, o özgür.
Bir süre manzaraya baktım, ürkmüş bir çift gözü salona postaladım ve içimde kopan fırtınayla beraber her şeyi çektirdim elektrik süpürgesine.
Şehirler arası seyahat esnasında dinlenme tesisinde gözüme çarpan, kalın cam haznesi büyük değirmeniyle bana güven verip, kendini aldıran ve yıllarca kahrımı çeken bir tuzluğa büyük anlamlar yükledim. Hele bir de değirmen öylece özgür kaldı ya, o daha bir ağır geldi. Sıradan bir tuzluk kırıldı, paramparça oldum. Sonra oturup kendimi de süpürdüm, onarılmayacağımı anlayıp çöpe de attım.
Bir hafta bekledim. Gittim yenisini aldım, bu kez değirmenini dandik seçtim, camını ince “sonuçta bir ömür benimle yaşayacak değil. Elbet bir gün o da kırılacak, bu kez sadece bir tuzluk kırılsın” dedim.